Bir araştırma şirketinin müdürü, 2008-2018 yılları arasında gençlerle ilgili yapılan araştırmalara göre oruç tutanların ve namaz kılanların oranının yıllar içinde düştüğünü söylemiş ve bunu iddia ederken de ağzındaki baklayı (suiniyetini) çıkarıvermiş:

‘Bu da gösteriyor ki iktidarın “dindar nesil yetiştirme” çabaları siyasi mühendislik olarak kaldı’.

Gençlerin manevi değerlerimizden hızla uzaklaşmalarını olumlu bir gelişme olarak niteleyen şirket müdürü, din-iman-İslâm karşıtlığını da açığa vurmuş:

‘İnançlara, kimliklere ve cinsel yönelimlere bakışta olumlu değişimler var.’

Olumlu değişimler şunlarmış: Kendilerini ‘geleneksel muhafazakâr’ ve ‘dindar muhafazakâr’ olarak tanımlayanların yüzdesi düşerken, ‘modern’ olarak tanımlayanların oranı ise hızla yükseliyormuş…

Gençlerin sokakta, sinema veya tiyatroda olması onların zihin dünyalarını ve ‘ayıp-günah’ algılarını da değiştiriyormuş; ‘dindarım’ diyenler, başını örtenler azalırken, ‘ateistim’ diyenler çoğalıyormuş…

Bu tür haberleri medyada belli aralıklarla servis ederek din/dindarlık aleyhtarı çift yönlü bir algı operasyonu yapan “şer odaklar” planlı ve ısrarlı bir psikolojik savaş yürütüyorlar. Yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere, İslâmî duyarlığı diri tutmaya çalışan camiaya, ‘dindar nesil yetiştirmek için boşuna uğraşmayın; bu modernleşme (yabancılaşma), dinden uzaklaşma ve inkâr fırtınasına karşı duramayacaksınız’ gibi moral bozucu ve irade çözücü mesajlar verirken; kendi yandaşlarına da, ‘sokakla, sinema-tiyatro ile cinsellikle, ateizm-deizm modası ile gençliği ayartmaya devam edin; ha gayret, az kaldı, dindarlığın sonu geliyor’ gibi cesaretlendirici mesajlar vermek istiyorlar…

İmdi, işin gerçeği şu ki; 1683 Viyana Bozgunu ile başlayıp, Tanzimat-Meşrutiyet-Cumhuriyet çizgisinde süregelen “yenilgi psikolojisi”nin (D. Mehmet Doğan’ın ifadesi ile “yenilgi ideolojisi”nin) etkisi ile insanımız kendi kadim değerlerinden koparılmaya ve Batı(l) merkezli modern yaşam biçimine göre şekillendirilmeye devam ediyor. Son yarım asırda tebellür eden ve 15 Temmuz Kıyâmı ile şahlanan İslâmî duyarlık eksenli direniş ve diriliş çabaları ise, yaklaşık üç yüzyıldır yukarıdan aşağı dayatılan inkâr fırtınasını tam da dengeleyip dindirebilecek bir imkân ve fırsatı yakalamışken bunu başarmakta zorlanıyor. Millet ve ümmet olarak topyekûn dirilişimize/uyanışımıza öncülük edebilecek potansiyel gücü yüzyıllar sonra ilk kez yakalayan İslâmî camia, akla ziyan bir pasiflik, rehavet, dağınıklık ve organizasyonsuzluk hali yaşıyor: Bu büyük potansiyeli oluşturan vakıf, dernek, cemaat, tarikat vb. organizasyonlar zaten darmadağın bir görünüm arz ederken, onları temsil konumundaki siyasi oluşumlar da bölünüp parçalanmaya başladı. Gerek siyasi ve gerekse siyaset dışı yapılarda, bu tür ayrılıkların müsebbibi olarak birbirlerini suçlayanların, kendilerinden çok camiaya ve savundukları ortak davaya zarar verdiklerini hatırlatıyor, tek ve yegâne çözümün birlik olduğunun altını çiziyoruz.

Konuyu tekrar ‘namaz kılanların azalması-çoğalmasına’ getirip, aslında namaz kılanlar hakkında son on yılda % 42 ile % 24 aralığında değişen oranlar verildiğini belirterek yazımızı itmam ediyoruz:

Peki, şer odaklar, İslâmî hayat tarzını belirleyen ibadetlerden biri olan namazı, neden özellikle hedef tahtasının tam ortasına oturtuyorlar? Bu sorunun cevabını Ankebut/45. âyette buluyoruz:

“Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl; zira namaz fahşâ ve münkeri nehyeder.”

Gereği gibi kılınan namaz elbette fahşâyı (fuhuş vb. iğrençlikleri) ve münkeri (kötülükleri) engeller; ayrıca, namaz kılanı, günde beş kez sorumluluklarını yerine getirmeye teşvik eder. Hz. Şuayb (a.s) gibi:

“Dediler ki: ‘Ey Şuayb! Atalarımızın taptıklarına tapmaktan ve mallarımız (ı kazanıp-harcama) konusunda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana emreden senin namazın mıdır?’” (Hûd 11/87)

İşte burada, Müslümanı fahşâ ve münkere karşı koruyan, ona kötülüklerle mücadele etmeyi de emreden dinamik bir namazla karşı karşıyayız. Böylesine diri bir namaz elbette şer odakları korkutur. Şeytani çevreler iyi bilirler ki, gereği gibi namaz kılan bir Müslüman, haramlardan beslenen cahilî/seküler yaşam biçiminin malzemesi ve mezesi olmaz…

İşbu sebepledir ki Kur’ân-ı Kerim, Peygamberimizi (s.a) daha risaletinin ilk demlerinde namaz kılmaktan engellemeye kalkan Ebû Cehil ve avanesinin bu cahilî zihniyetine dikkat çekmiştir:

“Namaz kılan bir kulu engellemeye kalkışanı gördün (düşündün) mü?” (Alak 96/9-10)

Öyleyse, şeytani odakları rahatsız eden namazla geçlerimizi buluşturmaya devam: Haydi namaza!

Bir cevap yazın