En büyük zikir olan namaz, Allah Teâlâ’yı anma şekillerinin en kapsamlısı ve en mükemmelidir. Bu sebeple namaz, hem maddi hem de manevî yönden insanı huzura kavuşturan bir özelliğe sahiptir.

Huzaa kabilesinden bir kişi “Keşke namaz kılsam da rahatlasam” deyince çevresinde bulunanlar bu zatı ayıplamıştı. Bunun üzerine Salim adındaki bir sahabî şöyle der: “Ben Resûlüllah (s.a.v)’den“Ey Bilal! Kalk (ezan oku da) bizi namazla rahatlat” derken işittim.” (Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 364).

Namaz, insanı rahatlatan, dinlendiren ve iç huzurunu temin eden bir ibadettir. Namaz, dünyanın meşguliyetlerinden ve stresten uzaklaştırarak insanı ruhen sükûna erdiren bir vazifedir. Peygamber Efendimiz, bir üzüntü ve sıkıntı ile karşılaştığında namaz kılardı. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 206, 268, V, 388; Nesâî, Sünen; Mevâkît, 46).

Namaz, hem bir düzeni sağlama yolu, hem de rahatlama amacıyla yapılan bir şükran borcudur. Korku halinde kılınırsa ümidi, emniyet halinde kılınırsa neşe ve isteği artırır. (Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1972, III, 72). Demek ki namaz, her durumda, huzuru, emniyeti, güveni ve ümidi temin etmektedir. Ümidini kaybetmeyen mü’min her halükarda, iç âleminde huzur ve istikrarı kaybetmez.

Namaz, psikolojik olarak insanı rahata ve huzura kavuşturan bir etkiye sahiptir. Namaz kılan mü’min, Allah’a karşı görevini yerine getirmiş olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu yaşar. Namazın edasından sonra kalbinde büyük bir genişlik duyar, düşünce ve duygularında bir arınma hisseder. Bu rahatlık ve sevinç onun bütün bedenin, iç ve dış organlarına yansır. Namazın insanın ruh sağlığına olan katkısı ile ilgili merhum Haluk Nurbaki’nin yorumu dikkate şayandır.

“Bütün insanlar, çağımızda ateist, materyalist düşüncelerin etkisinde kalmış, ekonomik baskıların altında ezilmiş ve makine hayatının çarkları arasında sıkışmıştır. Bu yüzden insanların büyük çoğunluğu ruh sağlıklarını yitirmişlerdir. Sonuç olarak insanların mutsuzluğu doğal hale gelmiştir.

Gerek Bakara Sûresinin 5. âyetinde bildirilen “Onlar, felâha (kurtuluşa) ermiştir” hükmü, gerekse ezanda namaza çağrılırken felâha (kurtuluşa) çağrılması, işte çağımızda akılları durduran bir Kur’ân mucizesidir. Evet Kur’ân: “Ey insanlar! Hüsrân (zarar) içindesiniz, perişansınız. Felâha, mutluluğa ve ruhsal dirliğe kavuşmak istiyorsanız, namaz gelin” diye emrediyor.

Fatiha, bir insanın iç dünyasındaki telaş ve yanlışlıkları yıkıp, yeni bir dünya meydana getiren harika bir ilaçtır. Bu yüzden Fatiha’ya Şifâ Sûresi de denir.  Bir insan ne denli çıkmaz da olursa olsun, Fatiha onu, çıkmaz sokaklardan alıp dosdoğru yola, gerçeklerin ve güzelliklerin yoluna koymaya muktedirdir.

“Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.” Bu âyeti okuyan tüm streslerden, bunalımlardan kurtulur. Bu âyeti günde kırk kez okuyan, hele ömür boyu bu ritmi sürdüren yani, namazı aralıksız kılan işte kurtuluşa erenlerden olur. Tüm aşırılıklardan, kötülüklerden kurtulur. Namaz, insanın iç dünyasına, manasına vurulan ilahî bir damgadır ve ilk nimetini ruh sağlığında hemen görürüz. Felâhı, mutluluğu bu noktada hissetmemek için kör olmak gerekir. Eğer bazılarında bu etkiyi göremiyorsak o namazın ihlassız bir gösteriş olmasındandır.” (Bkz. Haluk Nurbaki, Kur’ân-ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, Ankara, 2001, s. 152-157).

Kerim Buladı

Mayıs 2019

Bir cevap yazın